Famous-artworks-at-centre-pompidou

Tersi ve Yüzü Marais

Paris’in kalbinde, Seine’in kıvrımlarıyla şekillenen Le Marais, bir zamanlar bataklık olan topraklarda yükselen bir medeniyet laboratuvarıdır. 12. yüzyılda Yahudi yerleşimcilerin, diğer dini kurumlarla ıslah ettiği bu sulak alan, tarih boyunca sınıfsal çatışmaların, kültürel çoğulculuğun ve sanatın dönüşümünün sahnesi oldu. Ancak bu hikâyenin yüzeyde parlayan katmanlarını kazıdığımızda, altında yatan çelişkiler ve sessizleştirilmiş gerçeklerle karşılaşırız.

Le Marais: Tarihin Katmanları Arasında Bir Yürüyüş

Paris’in kalbinde, Seine’in kıvrımlarıyla şekillenen Le Marais, bir zamanlar bataklık olan topraklarda yükselen bir medeniyet laboratuvarıdır. 12. yüzyılda Yahudi yerleşimcilerin, diğer dini kurumlarla ıslah ettiği bu sulak alan, tarih boyunca sınıfsal çatışmaların, kültürel çoğulculuğun ve sanatın dönüşümünün sahnesi oldu. Ancak bu hikâyenin yüzeyde parlayan katmanlarını kazıdığımızda, altında yatan çelişkiler ve sessizleştirilmiş gerçeklerle karşılaşırız.

Bataklıktan Aristokrasiye: Bir Semtin İnşası

Le Marais’in adı, “bataklık” anlamına gelen Fransızca bir kelimeden türedi. 12. yüzyılda Yahudi cemaati ve dini tarikatlar, bu verimsiz toprakları kanallarla kurutarak Paris’in sebze ihtiyacını karşılayan tarım alanlarına dönüştürdü1. Ancak semtin kaderi, 16. yüzyılda aristokratların buraya akın etmesiyle değişti. XIV. Louis’in Versailles’a taşınması, soyluların lüks konaklarını terk etmesine ve semtin 18. yüzyılda yoksullaşmasına yol açtı. Fransız Devrimi ise, bu terk edilmiş malikaneleri yoksul işçi sınıfının sığınağı haline getirdi.

Bu dönüşümde unutulan bir detay, 1. Dünya Savaşı’nda Çinli göçmenlerin rolüdür. Fransız erkekleri cephedeyken, Paris’in işgücü açığını kapatmak için Çin’den gelen binlerce işçi, özellikle Yukarı Marais’e yerleşerek semtin çokkültürlü dokusunu besledi. Bugün bile bu izler, Asya kökenli dükkanların vitrinlerinde hissedilir.

Restorasyon ve Kimlik Krizi: 1960’ların İkilemi

1960’larda Kültür Bakanı André Malraux’nun başlattığı koruma projeleri, Le Marais’i yıkımdan kurtardı. Ancak bu “kurtarma”, semtin orijinal sakinlerini yerinden eden bir soylulaştırmaya dönüştü. Restore edilen Hôtel Particulier’ler müzeye çevrilirken, işçi sınıfı apartmanlarının yerini butikler aldı. Örneğin Picasso Müzesi’ne ev sahipliği yapan Hôtel Salé, bir zamanlar tuz vergisi toplayan bir aristokratın malikanesiyken, bugün turistlerin selfie çektiği bir simge.

Bu restorasyon, Fransız ulusal kimliğini yeniden inşa etme çabasının bir parçasıydı. Ancak Yahudi cemaatinin 19. yüzyılda Doğu Avrupa’dan gelen göçle yeniden şekillenen Pletzl mahallesi, bu süreçte marjinalleştirildi. Rue des Rosiers’deki falafel dükkanları, bir direniş biçimi olarak varlığını sürdürüyor: Tarihi sinagogu 1940’ta Naziler tarafından bombalanan cemaat, kimliğini mutfak kültürüyle yaşatıyor.

Queer Direniş ve Kapitalizmin İronisi

2000’lerde LGBTQ+ topluluğunun semte yerleşmesi, Le Marais’e yeni bir soluk getirdi. 2019’da Harvey Milk Meydanı’na çizilen gökkuşağı, eşcinsel hakları mücadelesinin bir zaferiydi. Ancak bu kapsayıcılık, kapitalist mekanizmalar tarafından hızla metalaştırıldı. Gay barların Rue du Temple’da kümelendiği “Pink Marais”, cinsel özgürlüktenten belki de daha çok tüketim kültürünün vitrini haline geldi.

Sanat galerileri ve müzayedeler de benzer bir ikilemi yansıtıyor. 2000’lerden itibaren çağdaş sanatın merkezi olan semtte, eserler spekülatif yatırım aracına dönüştü. Galerilerin sergilediği “başkaldırı”, genellikle milyon euroluk satışlarla sonuçlanan bir performansa indirgendi. Sanat eleştirmeni Hal Foster’ın deyimiyle, “devrimci estetik, neoliberal piyasanın hizmetine girdi.”

Mimari Hafıza ve Tarihin Yeniden Yazımı
Le Marais’in dar sokakları, Baron Haussmann’ın 19. yüzyıldaki kentsel dönüşümünden kaçabilmiş ender alanlardan. Ancak bu “otantik” dokunun korunması, bir tür tarihsel temizlikle el ele gitti. Orta Çağ’dan kalma sur kalıntıları, turistler için romantik bir fon oluştururken, 17. yüzyıl hammam’larının yerini spa merkezleri aldı.

Bu ironiyi en iyi özetleyen yapı, Hôtel de Sully’dir. 17. yüzyılda inşa edilen bu Rönesans tarzı konak, 1960’lardaki restorasyonla müzeye dönüştürüldü. Ancak binanın avlusunda sergilenen heykeller, buradaki Yahudi atölyelerinin 14. yüzyıldaki varlığını görünmez kılıyor. Le Marais’deki restorasyonlar, iktidarın tarih yazımını nasıl şekillendirdiğinin kanıtı: Tarih, seçilmiş anıtlarla yeniden yazılır.

Sonuç: Tarihin Ters Yüzü

Le Marais’in hikâyesi, Paris’in mikrokozmozudur. Bataklıktan aristokrat semtine, işçi mahallesinden sanat pazarına evrilen bu alan, her dönüşümde yeni çelişkiler üretiyor. Yahudi falafelleriyle vegan kafelerin, 16. yüzyıl konaklarıyla sokak sanatının yan yana durduğu bu mahalle, modernitenin paradoksunu somutluyor: İlerleme, daima bir şeyleri silerek ilerler.

Belki de Le Marais’i anlamak için, Harvey Milk Meydanı’ndaki gökkuşağının altında durup şu soruyu sormalıyız: Korunan mimari miras, kimin hikâyesini görünmez kılıyor? Cevap, belki de falafel dürümünüzün içinde saklı: Tadına varılmamış tarihlerle dolu…